Güneşe Doğru (Hikaye)
Çocuğun sarı saçları alnına dökülmüştü. Güneşten iyice yanmıştı. Kumluğa uzanmış, kayalardan türlü numaralarla denize atlayanlara bakıyordu. Çocukların kimisi dibe gidiyor, kum, taş, yosun, midye çıkarıyor, kimi de az ilerden geçen motorlara doğru kulaç kulaç yüzüyordu.
“Kaptan bana bir karpuz at.” diye bağırıyordu kıyıdaki çocuklar.
(...)
Kaptan; akıntıya, dalgaya, yorgunluğa, tehlikeye filan bakmadan burunlarına kadar sokulan çocuklara bir iki karpuz atıyorlardı. Sonra çocuklar, kıyıda yere vurup parçalıyorlardı karpuzu. Avurtlarını şişere şişire, ağızlarından burunlarından suları aka aka, güle oynaya, tadına madına bakmadan karpuzu yiyorlardı.
(...)
Birkaç çocuk kıyıdan atladı. Kocaman kulaçlarla ta ilerden geçen motora doğru yüzmeye başladı. (...)
Ah!.. Onlar gibi yüzebilseydi. Yüzüyordu yüzmesine ama kıyıda çimiyordu. Motorların geçtiği yerlere kadar bir türlü gidemiyordu. Bir iki kere az ilerde demirlemiş kum, kereste yüklü motorlara kadar yüzmüştü ama... Onlar kavun karpuz motorları kadar açıkta değillerdi. Dönüşte epey zorluk çekmişti. Oldukça su yutmuştu. Korkuyordu açılmaya.
“Sen niçin gelmiyorsun?” dedi sarı bir çocuk.
“...”
“Korkağın biri o canım.” dedi başka bir çocuk gülümseyerek.
“Ben korkak falan değilim.”
“Değilsen bizimle beraber gelirsin.”
“...”
Çocukların birbirlerine göz kırptıklarını görmedi. O güneşe bakıyordu. Pırıl pırıldı. Gözleri kamaştı. Kırpıştırdı. Ne vardı acaba orada? Ne vardı? Biraz bakınca başkalarının da gözleri kamaşıyor muydu? O korkunç sarılığın içindekileri kendisi gibi merak edenler var mıydı?
“Ha. Gelmeyecek misin?”
“Ben mi?”
“Sen ya.”
“Geleceğim.”
Gözünün önünde karpuzu şapırdata şapırdata yiyorlardı. Kırmızı, sulu, bol çekirdekliydi. Çekirdekleri sağa sola püskürtüyorlardı. Beyaz kırçıllı, karamsı çekirdekler...
“Ona da verelim biraz.” dedi biri...
“Yaa, o da gelseydi de hak etseydi.” dedi bir başkası.
Gidecekti. Ne olursa olsun gidecekti. Bir motor daha geçsin. İsterse geçtiği yer ötekilerden daha ırak olsun. Ne olursa olsun gidecekti. Korkmuyordu o. Görsünler bak. Tekrar uzandı kumluğa...
(...)
“Hadi geliyor musun?”
“Nereye geliyor muyum?”
“Bak bak yeni bir motor geliyor.”
Başını kaldırıp baktı.
“O gelemez.” dedi güneş yanığı zayıf bir çocuk.
“Neden gelmezmiş?”
“Diz kapak adalarından öteye gidemez o.”
“Gidemezmişim!”
Fırladı olduğu yerden:
“Hadi, dedi, hadi gidelim.”
“Şuna bak, şuna... gidecekmiş.”
“Gider gider.”
“Gitsin de görelim.”
“Kaptan bize bir karpuz at.”
Motor kendi hizalarına gelmesine daha yüz metre kadar varken beş çocuk kayanın birinden daldılar. Az ilerde sudan çıktılar. Denizi çabuk çabuk kucakladılar. Arkalarında küçük dalgacıklar bırakarak yüzüyorlardı. Bir çabukta kıyıdan çıktılar. Yalnız biri, az ilerde onlarla beraber gitmekten vazgeçti. Döndü. Belki korkmuş, belki de yorulmuştu.
Sarışın çocuk, ötekilerle beraber suyu kucaklıyordu. Başını suya gömüyor, ayaklarıyla suyu döverken kollarıyla suyu kucaklıyor, geri kalmamaya çalışıyordu. İçinde garip bir korku, ürperti vardı. Bir şeyi ilk kez yapanların heyecanını duyuyordu. Uçar gibiydi. Ta dibe bakıyor, dibi görmeye çalışıyordu. Güneşin bir yere kadar inen aydınlığı insanı korkunç bir boşlukla karşılaştırıyordu. Ürperti büyüyordu içinde.
“Sen dön istersen.” dedi biri ona.
Motora otuz kırk kulaç kalmıştı. Motor onlara gelirken onlar motora gitmişlerdi.
“Kaptan bize bir karpuz at.”
Motorun gürültüsü çoğaldı. Pat, pat, pat... Patları kulaklarında bir uğultuydu. Kaptan mı, tayfa mı olduğu pek belli olmayan biri sarktı bir an ve karpuz attı az ilerlerine doğru, üçü de atıldılar öndekilerin. En öndeki çocuk karpuza gitti birkaç kulaçta. Aldı, döndü. (...) Çıktığında soluk soluğaydı. Onları göremedi. Neden sonra kıyıya doğru çabuk çabuk yüzdüklerini fark etti. Derin derin soludu. Motor arkasında bir yığın dalga, bir yığın “pat pat” bırakarak gelmiş geçmişti. Karpuzu onlar almışlardı. Yiyeceklerdi kıyıda. Karpuzla beraber, şakalaşarak birbirlerine top gibi ata ata kıyıya doğru yüzüyorlardı. Döndü. Kıyıdan gelen küçücük dalgalar karşıladı onu ilkin. Su ağzına doldu tekrardan. Tükürdü. Boğazı yanıyordu. Kulakları uğulduyordu. Suyu kulaçladıkça ürpertisi büyüyordu. Aşağı, altındaki derinliklere bakmaya korkuyordu. Şimdi kıyı hiç varılmayacakmış gibi geliyordu ona. İnsanlar, evler, yoldan geçen arabalar daha da küçülmüşlerdi sanki. Kayalardan çocuklar denize atlıyorlardı. Güneşlenenlere su atıyorlar, kaçışıyorlardı. Gittikçe küçülüyor, tükeniyordu sanki. Kesildi. Tekrar baktı kıyıya. Onları göremedi. Kayalıklara çıkmış olacaklardı. Oldukça yaklaşmıştı ama iyice yorulmuştu. Arka üstü yattı bir süre. Güneş gözlerine girdi. Kapadı gözlerini. Dinlendi. Bir ara kıyıya geldim düşüncesiyle kendini bıraktı. Ta dibe gitti bir anda. Tekrardan çıkıncaya kadar oldukça su yuttu. Sonra yine kulaçladı suyu. Belki bağırsa sağda solda dolaşan kıyılardakiler imdadına gelirlerdi. Ama “Korkak...” derlerdi. Belki mahalledeki takımda bile oynatmazlardı. Artık az ilerdeydi kayalıklar. Kulaçları yavaşladı. Kıyıda yüzen çocukların arasına girdi. Korkusu dağıldı. Bir, iki, üç kulaç... Yosunlar, taşlar, teneke parçaları. Sonra yosunla kaplanmış, pek az kısmı su üstünde kalan bir kaya gözüne çarptı. “Oh...” Zorla çıktı kayaya. Birkaç kere kaydı. Ayaklarını midyeler kesti. Kayaya çıkınca derin derin soludu. Sonra çevresine baktı. Öteki çocukları gördü. Karpuzu parçalamışlar, ona bakıp gülerek ağızlarını şapırdata şapırdata yiyorlardı. (...)
“Ben sana gelme demedim mi? Boğulacaktın.” dedi biri.
“Ya, evet boğulacakmışım.” dedi güçlükle.
“Karpuzu da yiyemedin.” dedi bir başkası. Elindeki dilimden kocaman bir parça ısırdı. Avurtlarını şişire şişire bir çabukta yedi. Çekirdeklerini püskürttü. Sarılı, karalı çekirdekler büyüklü küçüklü ayaklarının dibine saçıldı.
Hep beraber güldüler daha içten, daha çıngıraklı.
“Gittim ya, oraya kadar gittim ya.” dedi sarı saçlı çocuk. Az önce suyla bir giden karpuz yüklü motorun geçtiği yerde deniz hafif dalgalıydı. Güneşle kucaklaşmıştı mavilik. Daha ileriye, daha ileriye, güneşe doğru baktı. Gülümsedi...
Hakkı ÖZKAN
Cumhuriyet Sonrası Doğumlu
Yazarlarımızdan Çocuklara Hikâyeler
Yorumunu Yaz